16 Ekim 2015 Cuma

3. Kürtçe Anadil: Taktik mi, zorunluluk mu?


Kürtçe konusunda son dönemdeki atılımlar, özellikle Diyanet'in bastırmış olduğu Kürtçe Kuran meali
çok önemli ve sevindirici gelişmelerdir.
“Kürtçe anadil” konusunun bir kısım Kürt kardeşimiz için oldukça hassas bir konu olduğu aşikardır. Güneydoğu’da pek çok ana-baba sadece Kürtçe bilmekte, dolayısıyla pek çok Kürt kardeşimiz, ilk öğrendikleri dillerinin yok olup gitmesinden endişe duymaktadırlar. Kürtçe diye bir dilin unutturulmaya çalışıldığı, Kürtçe konuşan veya yazanların dışlandığı, hatta hapislerde yattığı geçmiş Türkiye’ye bakıldığında bu çekincelerinde haklı oldukları görülmektedir. İlerleyen satırlarda daha detaylı inceleyeceğimiz gibi, Ergenekon terör örgütü pek çok konuda olduğu gibi Kürtçe konusunda da Kürt kardeşlerimize büyük eziyetler çektirmiştir.
Şunu öncelikle belirtelim: Kürt dilinin unutturulması ve tümüyle dışlanması gibi bir konu bu ülkede asla bir daha olmayacaktır, buna kesin olarak izin vermeyeceğiz. Hatta Kürtçe, ülkemizin önemli bir değeri olarak çok daha fazla bilinmeli, bunun için çeşitli kurslar ve dernekler açılmalı, çok daha geniş bir alana yaygınlaşmalıdır. Kürtçe eserler çoğalmalı, Kürtçe türküler daha fazla dinlenir hale gelmelidir.
Bu konuda hükümetimizin son on yılda başlattığı girişimler oldukça güzel olmuştur. TRT Kurdi’nin açılması, çeşitli Kürtçe açılımları ve asıl olarak Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Kürtçe Kuran meali hazırlanması oldukça önemli gelişmelerdir. Kürtçe Kuran mealinin bunca yıldır basılmamış olması, zaten Kürtçe üzerinde uygulanan baskının vahametini göstermektir. Diyanet İşleri’nin ülkemizdeki başka dil ve lehçeler için de Kuran meali basma hazırlıkları olduğu bilinmektedir. Bu çok güzel bir haberdir; ülkemizde Arnavutça, Ermenice, Yunanca gibi çeşitli dillerde bu çalışmanın yapılması oldukça faydalı olacaktır.
Anadil konusuna gelince: Bu noktada Kürt kardeşlerimiz oldukça dikkatli olmalıdırlar. Çünkü anadil konusu, PKK tarafından, özellikle aynı vatan içinde Türkler ve Kürtler diye bir ayrımı yapmak için özel olarak kurgulanmış bir taktiktir. Komünist eylemleri için daima Kürt milliyetçiliği kılıfını kullanmış olan PKK, uyguladığı terör eylemlerini yine aynı kılıfa uygun hale getirebilmek, müzakereler sırasında sanki hedefleri Kürtleri kurtarmakmış gibi görünebilmek adına anadil konusunu gündeme getirmişlerdir. Burada tekrar belirtmekte fayda vardır: PKK’nın yeniden başladığı kanlı eylemlerle amacının aslında Kürt kardeşlerimizi kurtarmak  olmadığı yeniden gün yüzüne çıkmış durumdadır.
Şemdin Sakık, 2012 yılında Öcalan’ın cezaevi şartlarının iyileştirilmesi için PKK’lı ve PJAK’lı 483 hükümlünün Türkiye genelinde 58 cezaevinde “PKK zoruyla” başlattıkları açlık grevinin istekler listesine “Kürtçenin anadil olarak kamuda kullanılması” şartının sonradan eklenmesi konusunu şu şekilde açıklamaktadır:
“Örneğin başlangıçta ‘Anadilde Eğitim’ isteği eylemin hedefleri arasında yoktu, belli ki planlamayı yapanlar bu sloganı istekler listesine eklemeyi unutmuşlardı.
Peki neden?
Unutmak, beynin gereksiz şeyleri temizleme faaliyetidir. Unuttular zira PKK’nın ... ‘Anadilde Eğitim’ gibi bir sorunları hiç olmadı. Aksine hükümetin Kürt dili ve kültürüne yönelik olarak attığı her adım, TRT-6’nın yayına başlamasında ve Kürtçenin seçmeli ders olarak müfredata dahil edilmesinde görüldüğü gibi onların tepkisini çekti ve var güçleriyle bu adımları boşa çıkarmaya çalıştılar. TRT-6’da çalıştığı için Kürt kızı Rojin’i bile ölümle tehdit ettiler. Bunlar özünde Kürt kültüründen o kadar uzaktırlar ki, Kürtçeyi günlük hayatlarında bile kullanmıyorlar. Dolayısıyla ‘Anadilde Eğitim’ maddesini istekler listesine eklemeyi unutmaları tamamen böylesi amaçlarının olmayışından kaynaklandı. Bu isteği sonradan eklemeleri ise bu sözde eyleme Kürt kitlesinin desteğini kazandırmak ve eylemin gerçek amacını gizlemek içindi.”
Gerçekten de, PKK’da özellikle basılı yayın ve yazışmaların Türkçe ile yapıldığı, zorunlu olmadıkça toplantılarda Türkçe konuşulduğu iyi bilinmektedir. Pek çok kişinin Kürtçe hakimiyeti bulunmamakta, hemen hiçbir köyün, hiçbir beldenin konuştuğu Kürtçe birbiriyle benzeşmemekte, bu nedenle iletişim yolu olarak Kürtçe tercih edilmemektedir. Bu nedenle kendi aralarında da en iyi anlaşma dili Türkçedir. Kendi ideolojilerini okuyup iyi anlamak için de hep Türkçe eserlerden faydalanmışlardır. Çünkü Kürtçe yayınlar var olsa da oldukça yetersizdir.
Dolayısıyla PKK’nın gerçekte Kürtçe anadil gibi bir derdi yoktur. Örgüt, anadil kavramını daima “Kürtlerin hakkını savunuyoruz” görünümünü vermek için kullanmakta ve Kürt halkının olurunu almaya odaklanmaktadır. Keza Kürtçe, özellikle genç Kürt nesil arasında da çok fazla tercih edilen bir dil değildir. Dünyaya açılmak, tarihi bilgiler edinmek, edebiyat, bilim, teknoloji, tarih, genel kültür ve siyaset gibi hiçbir konuda Kürtçe eserlere ulaşmak mümkün olamamaktadır. Hemen her ülkede çeşitli dillerde yayınlanan ünlü bir eseri Türkçe olarak bulabilmek mümkünken, Kürtçe olarak bulabilmek mümkün değildir.
21. Yüzyıl Enstitüsü’nün Diyarbakır’da gerçekleştirdiği bir analiz şu şekildedir:
“Diyarbakır’da Türk olduğu için Kürtçe bilmeyen önemli bir nüfus olduğu gibi, Kürt veya Zaza olmakla beraber Kürtçeyi ve Zazacayı az bilen veya günlük yaşamında sadece Türkçe konuşan çok önemli bir nüfus  yaşamaktadır. Belediyelerin bütün Kürtçeleştirme çalışmalarına rağmen, işçi arayan esnafın ilanlarını Türkçe vermekte ısrar etmesi, Kürtçeleştirme çabalarının doğal bir süreç değil, siyasal bir süreç olduğunu göstermektedir.”

UNESCO Kültür Mirası kapsamında bulunan muhteşem Diyarbakır surları ve Hevsel Bahçeleri. Ne komünist teröristler,
ne de Kürtleri bizlerden ayırmaya çalışan derin güçler, bu güzel diyarlarda Kürt kardeşlerimizle birlikte
yaşamamıza engel olamayacaklardır.
Bu elbette siyasal bir süreçtir. Osmanlı’dan beri bu topraklar üzerinde yaşayan hiçbir halkın dil ile ayrılma gibi bir derdi olmamıştır. Osmanlı Devleti çok çeşitli ve birbirinden tümüyle farklı etnik gruplardan oluşmasına rağmen Osmanlı’nın dili daima Türkçe olmuştur. Vali ve milletvekillerinin Türkçe bilmesi zorunludur. Devlet memurları yetiştiren Enderun’un dili Türkçe olduğu gibi, mahkeme sicilleri de Türkçe olarak tutulmuştur. Bu durum Arabistan, Mısır, Bingazi, Trablus, Rumeli, Balkanlar, kısacası Osmanlı’nın hakimiyeti altındaki her yerde bu şekilde olmuştur. Bunun nedeni, Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan her ferdin din ve ırkına bakılmaksızın bir milletin temsilcisi olarak Türk sayılmasıdır. Buradaki “Türklük” ve Türkçe’nin anadil olarak kullanımı ırka yönelik bir tutum değil, bir bütünlük içindeki milleti tasvir eden bir tanımlamadır.
Günümüz demokratik ülkelerine bakıldığında da uygulamaların bundan farklı olmadığı görülecektir. Uluslararası sözleşmelerde, özellikle insan hakları konusunda bugün Avrupa’da yürürlükte olan ve dünyaca en kabul edilir ve yaptırım gücü yüksek kararlar AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) içtihatlarıdır. Dolayısıyla insan hakları yönünden olduğu kadar, yine insan hakları konusunun bir parçası olan dil, kültür ve kimlik konularında başvuru kaynağının AİHM olması en doğru olandır. AİHM içtihatları ise, üniter devletlerin içinde farklı bir dil arayışını reddeden çok sayıda kararı içermektedir. Birkaç örnek şöyledir:
AİHM’e Türkiye’den bir müracaat yapılmış; isim değiştirmek ve Türkiye alfabesinde bulunmayan q, w ve x harflerini kullanmak isteyen bir vatandaş, iç hukuk yollarını tüketince AİHM’e başvurmuştur. Mahkeme, talebi reddetmiştir.
İsviçre Federal Mahkemesi, anayasanın dillerle ilgili hükmünü dikkate alarak milli diller Almanca, Fransızca, İtalyanca, Retoromanca ve resmi diller; Almanca, Fransızca ve İtalyanca dışında vatandaşların ana dili hangisi olursa olsun, bu dillerin dışında başka bir dille okul açmasını, eğitim ve öğretim talebinde bulunmasını reddetmiştir.  
PKK, Güneydoğu’nun kendince doğal aşamalarla Türkiye’den kopmasını sağlamaya çalışmaktadır. Dili ayırmak, bu komünist örgüt için bu kopuşu en fazla hızlandıracak unsur olacaktır. Çünkü bunu yapınca, Güneydoğu’dan Ankara veya İstanbul’a gelmiş olan bir Kürt vatandaşımız tümüyle yabancılık çekecek, Ordu’dan Güneydoğu’ya atanan bir doktor hastasıyla iletişim kuramayacak, Antalya’dan atanan bir öğretmen öğrencilerine hiçbir şey anlatamaz hale gelecektir. Bir ülkenin, birbiriyle iletişim kuramayan, farklı dil konuşan, birbirinden kopuk toplumları ortaya çıkacaktır. “Doğal bölünme” zeminini oluşturabilmek için PKK bu anadil maskesini kullanmaktadır. Güneydoğu’yu tümüyle izole bir hale getirip orada komünist bir yönetim kurmak, halkın üzerinde istedikleri gibi baskı oluşturabilmek için kendilerince en kısa yol olarak bunu bulmuşlardır.
Eski bakanlarımızdan Sadi Somuncuoğlu bu olayı şöyle özetlemektedir:
“Buradaki dil tartışmalarının birinci amacı, varlığımızı hedef alan kanlı terörü ‘dil ve kültürel haklar’ perdesi altında legalleştirmek ve meşrulaştırmaktır; ikinci amacı ise; ‘iki dilli – iki kimlikli’ devlet yapısına geçişi sağlamaktır. Böylece ülkemizin bölünmesinin yolu da açılmış olmaktadır.”
Kürt kardeşlerimiz, yüzlerce sene aynı topraklar üzerinde birlikte yaşamış olan Türk milletini ayırmak için kurgulanmış bu oyuna gelmemelidirler. Kürtçe elbette okullarda ders haline gelmeli, mutlaka öğrenilmesi teşvik edilmeli, daima canlı tutulmalı ve edebi, siyasi, sanatsal eserlerle zenginleştirilmelidir. Türk halkının önemli bir değeri ve parçası olarak varlığını korumalı ve yaygınlaştırılmalıdır. Fakat Türkçeyi unutturup sadece Kürtçe öğreterek Kürt annelerimizin, babalarımızın, dedelerimizin, ninelerimizin, kardeşlerimizin Türkiye’nin geri kalanında adeta bir yabancı gibi kalmalarının hedeflenmesi ve dil meselesinin kalleş terör örgütü tarafından bölünme unsuru olarak kullanılması çok köklü bir sorunun temellerini kazmak içindir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder