16 Ekim 2015 Cuma

Legal devlet içinde yapılanmış illegal bir devlet: KCK


KCK tek lider olarak Öcalan'ı kabul eden bir yapıdır. KCK yürütme konseyinin tüm açıklamaları da Öcalan posterleri önünde gerçekleştirilmektedir.
KCK (Koma Civakên Kurdistan - Kürdistan Komünler Birliği), terör örgütü PKK’nın oluşturduğu bir yapılanmadır. Bu yapılanma, amaçlarını ve kullanacağı yöntemleri “KCK Sözleşmesi” isimli belge ile yürürlüğe koymuştur. 
Söz konusu yönetmelikte, bayrağı, yargı ve ordu sistemi ile aslında bir devlet tarif edilmektedir. Örgütte, 300 delegeli Kongra-Gel yasama görevini üstlenmekte, yasama kanun çıkartmakta, yürütme de uygulamaktadır. Sorun çıktığında ise devreye yargı organları girmektedir. KCK sözleşmesi, bu devlet yapısının anayasasıdır.  Terör örgütünün birimleri ve örgüt üyeleri, sistematik bir yapı içinde bu devlet sisteminde yer almışlardır. TBMM yerine alternatif bir yasama organı 2003’den beri işbaşında olup KCK yapılanmasıyla fonksiyonel bir hale getirilmiştir.
Üç kısımdan oluşan KCK yargı sistemi, Türk Ceza Kanunu’nun suç saydığı hiçbir fiili ve yetkili yargı sistemini tanımamakta, yani Türk devletini ve adalet sistemini reddetmektedir. Bunun yerine kişileri, kendi hazırladığı yasalar dahilinde kendi kurduğu mahkemelerde yargılamaktadır.
KCK, Güneydoğu’da, özellikle Diyarbakır’da, “PKK” kaymakamları, “PKK” tarım il müdürleri şeklinde “bürokratik atamalar” yapmaktadır. “Atanan” sözde PKK’lı “yetkililerin” Türkiye Cumhuriyeti kaymakamlarını makamlarında tehdit ettiğine dair haberler basın yayın organlarında gündeme taşındığı gibi, TBMM’de soru önergeleri ile hükümete sorulmuştur.
KCK’nın ordusu “asayiş birimleri” (YDG-H) adını almıştır. PKK adına vergi toplama, kepenk kapattırma, cezalandırma, seçmenin ve seçim merkezlerinin baskı altına alınması gibi faaliyetler “asayiş birimleri” aracılığı ile yürütülmektedir. Bu birimler, şehirlerde PKK korkusunun devam etmesi, vatandaşın üzerinde oluşturulan şiddet tehdidinin sürdürülmesi için kullanılmaktadırlar. Sözde çözüm süreci devam ederken bile, Diyarbakır’da vatandaşlar sözde “KCK devletinin bir ferdi olarak” devlete vergi ödemeye zorlanmaktadırlar.
Savcılık iddianamesine göre 17 Mayıs 2005’te, PKK’nın KCK adlı bir yapıya dönüştürülmesi 2005 yıllarında Öcalan’ın, komünist/anarşist yazar Murray Bookchin'in izahlarından etkilenerek geliştirdiği devlet üstü konfederal model fikrinden ortaya çıkmıştır. Plan üç aşamalıdır: Özgür önderlik, demokratik özerklik, demokratik konfederalizm. Yani hedeflerin ilki Öcalan’ın serbest bırakılmasıdır; şu an ülkemizde yaygınlaştırılan söylemlere ve bu yönde yarım ağız yapılan ahlaksız tekliflere bir bakıldığında planın bu aşamasının hayata geçirilmeye çalışıldığını görmek mümkündür. Bu sağlandıktan sonra demokratik özerklik aşamasına geçmeyi, ardından da Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den oluşan dört parçalı konfederal bir devlet kurulması planlanmaktadır. Aslında metnin 4. maddesinin l. fıkrasında geçen “Demokratik Toplumcu Ortadoğu Konfederasyonunu geliştirmek” ibaresinden de anlaşılacağı üzere hedef sadece Kürt bölgeleriyle kısıtlı tutulmamış bütün Ortadoğu plana dâhil edilmiştir. Bu da göstermektedir ki; PKK’nın temeldeki hedefi, Türkiye dâhil tüm Ortadoğu’ya komünist bir düzen getirmektir.
KCK aslında 2000’lerin ortasında hapisten çıkan PKK’lıların siyaset yapmaları, örgüt içinde kalmaları, kendilerini kenara atılmış, unutulmuş hissetmemeleri için bizzat Öcalan tarafından keşfedilmiş bir siyasi istihdam formülüdür. KCK yapılanmasının temel görevi ise, dağlardan ayrılarak kentlerdeki kontrolü ele alabilmek, PKK’nın illegal çizgisini sözde legal görünümlü bir yapı dahilinde hayata geçirebilmektir. Aslında bu şekilde, tüm dünya tarafından bir terör örgütü olarak tanınmış olan PKK, KCK üzerinden “legal” bir görünüm altında siyasi süreçlere müdahale etmeyi amaçlamaktadır.
Sözleşmede, KCK yapısının kurucusu Abdullah Öcalan olarak gösterilmekte ve Öcalan’ın Yürütme Konseyi başkanını görevlendirdiği ve konsey kararlarını onayladığına vurgu yapılmaktadır. Yani açık bir şekilde KCK yapılanması, emir ve talimatlarını Abdullah Öcalan’dan ve PKK lider kadrolarından almaktadır. Şehrin içinde siyasi görünümlü eylemlerle kaleyi içten fethedecek bir yapılanma zaten Öcalan’ın çok uzun zamandır istediği bir şeydir. Nitekim Öcalan ile yapılan görüşmeler incelendiğinde, dayattığı yegane modelin KCK modeli olduğu görülmektedir.
KCK, legal bir görünüm altında şehirlere inerek, burada PKK nüfuzunu güçlü şekilde hissettirmek üzere var olmuştur. Bu yapılanma altında, bölgedeki siyasi figürler, belediyeler ve belediye başkanları üzerinde baskı ve otorite kurmaya çalıştığı, milletvekili ve belediye başkanlarını belirleme güç ve yetkisine sahip olduğu da bilinmektedir.
Konuyla ilgili Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün analizi şu şekildedir:
“KCK, şehirdeki kontrolü elinde tutmak ve legal siyaseti PKK çizgisinde tutmakla görevli bir yapı... Öyle ki, bir belediye başkanı bir yere gittiğinde, yanında mutlaka KCK’dan biri bulunuyor. Halk arasında bunlara ‘komiser’ deniyor. Belediye başkanlarının, onların görüşlerinin dışına çıkmaları mümkün değil.”
Söz konusu yapılanma aslında Stalinist sistemlerde yaygın olan bir örgütlenme biçimidir. Bilindiği gibi Stalin de yazar, sendika, ordu gibi çeşitli örgütlenmeleri doğrudan oluşturmuş ve buralarda “komiser” olarak isimlendirilen kişileri göreve getirmiştir. Söz konusu komiserler aslında komünist birer militandırlar. Onların görevi, söz konusu örgütlenmeleri kontrol altında tutabilmek, şehir içinde hegemonyayı sağlayabilmek, muhalif sesleri belirleyip, sistemi kendi istediği gibi düzenleyebilmektir. Şu an geldiğimiz noktada bu, PKK’nın söz konusu yöntemle HDP üzerinde bir siyasi baskısı şeklinde yorumlanmaktadır. Nitekim Stalinist kaynaklarda “komiser” terimi; “kontrol altında tutulmak istenen yapılarla Stalin arasında “sıkı ve bozulmaz iç bağlılığın muhafaza edilmesi’” olarak tanımlanmaktadır.
Kısaca KCK, illegal örgüt hedeflerini gerçekleştirmek adına arka planda illegal örgüt üyelerini bulunduran ama baskı yoluyla ön planda legal siyasi figürleri kullanan, şehirlerden başlayarak bölgenin tümüne komünist bir sistem getirmeyi hedefleyen bir yapılanmadır. KCK sözleşme metninden açıkça anlaşılabileceği gibi, bu sistemin üye kabul eden, yasama gücü ve yargı organları olan, yargılayan, silahlı mücadele birimi öngören, mahalli ve merkezi teşkilatları bulunan, vergi toplayan, özellikle yerel yönetimler üzerinde söz sahibi olmaya çalışan bir yapılanma niteliğinde olduğu açıktır; yani sözde bir devlettir.
Gazeteci-yazar Sedat Laçiner’in şu tespiti önemlidir:
“KCK, şehirde sivil itaatsizlik eylemlerini yönetecekti, halkı eylemlere sokacaktı, Fransa’da olduğu gibi arabalar yakılacak, halkla polis çarpışacak, dolayısıyla da devlet halk karşı karşıya getirilmiş olacaktı. Bunun yarattığı zemin üzerinden de, KCK Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne paralel bir ikinci devlet olacak ve bu devletin bir kitlesini inşa etmeye çalışacaktı. Devletin mahkemesi - KCK’nın mahkemesi, devletin valisi - KCK’nın o ildeki sorumlusu gibi paralel bir otorite yaratma çabası olarak planlanmıştı.
KCK’nın çalışma yöntemlerinde şiddet hâlâ merkezde. Bir hareketi terör olmaktan çıkaran, şiddete ne kadar başvurup başvurmadığıdır. Anahtar kelime şiddettir... İnsanlar terörist olduğunuzu düşünüyor ve sizden korktuğu için bazı eylemlere katılıyorsa, dükkanını kapatıyorsa bu bir terör eylemidir. KCK’nın Diyarbakır’daki bir sorumlusu bir mahkeme düzenliyor, ona insanlar istemese de gidiyor, yargılanma sonunda ceza alıyorsa burada yasa dışı bir terör eylemi var. Bomba patlamıyor olması onu terör eylemi olmaktan çıkarmaz.”
Siyasi yapılanma denilen örgütlenmenin, aslında tümüyle PKK’nın denetiminde, hatta PKK’nın baskısı altında olduğunu ise gazeteci yazar Adem Yavuz Arslan şu şekilde ifade etmektedir:
“Görünen o ki belediye başkanlarını halk seçmemiş; KCK isim önermiş ve olmuş. Hiçbir inisiyatifleri yok. Hatta eylemlere katılmadıkları gerekçesiyle yargılanıp cezalandırılıyorlar. Bir temizlik işçisi Osman Baydemir’i sorguluyor, ceza veriyor.”
Bu aşamada, Meclis içinde yer alan ve legal siyaset yapan bir kısım partilerin doğrudan KCK’nın emri hatta baskısıyla hareket ettiği gerçeği her zamankinden daha fazla ortaya çıkmaktadır. Aslında Pervin Buldan’ın, “Kandil, İmralı ve parti tek bir vücut halinde mi hareket ediyorlar?” sorusuna verdiği cevaba dikkat vermek gerekmektedir:
“Açıkça şunu ifade etmekte yarar var, Kürt Özgürlük Hareketi (PKK’yı kastediyor) ile Türkiye’de siyaset yapan kurumları birbirlerinden ayrıştıramazsınız. Sonuçta özgürlük hareketinin içinde siyasi mekanizmada görev yapanların yakınları, akrabaları, kendi çocukları var.”
Adem Yavuz Arslan ise bu konuyla ilgili şöyle devam ediyor:
“BDP’li (HDP) siyasetçilerle ilgili bölümler ise düşündürücü. Çünkü, BDP’liler adeta KCK elinde esirler. Hiçbir inisiyatifleri yok. ... Nasıl konuşacağından tutun da nerede ne yapacağına kadar her şeyi onlar belirliyor.”
Konuyla ilgili olarak gazeteci-yazar Ahmet Altan’ın şu saptamaları oldukça önemlidir:
“Okuyun KCK sözleşmesini.
Bir diktatörlük anayasası o.
Okuduğum maddelerden dehşete düştüm.
Önce özgürlükçü anlatımlarla başlıyor sonra ‘tek karar mercii’ olarak ‘önderliği’ gösteriyor.
‘Önderlikle’ aynı fikirde olmayan bir Kürt ne yapacak bilmiyorum, öyle bir ihtimal o anayasayı yazanların aklından bile geçmemiş.
Onlara göre hiçbir Kürt, hiçbir konuda ‘önderlikten’ farklı düşünemez anladığım kadarıyla.
KCK Yürütme Konseyi, Halk Özgürlük Mahkemesi Savcılığını görevlendirebiliyor, yargıçları atayabiliyor.
‘Basın komitesi’ ise ‘ideolojik ve ulusal birliğin pekiştirilmesine yönelik çalışmalar’ yürütüyor.
Gerçekten böyle bir düzende yaşamak istiyor mu Kürtler?
Türklerin yıllarca süren baskılarından kurtulmanın tek çaresi, önderlikle, konseylerle, komitelerle yönetilen, ‘ulusal birlik’ anlayışını resmîleştiren bir toplumda yaşamak mı?
BDP’li dostlarımız KCK’nın bu ‘anayasasını’ çok çağdaş ve yararlı buluyorlarsa aynı maddeleri Türkiye’nin yeni anayasası için önerecekler mi?
Türkiye’nin bir ‘önderliği’, yürütme konseyi, komiteleri olsun mu? Savcıları, yargıçları atama hakkı konseye verilsin mi?
Eğer bunları Türkiye anayasası için istemeyeceklerse, bunları Kürtlere mi reva görüyorlar?
Türklerin asla kabul etmeyeceği, bugün artık kimsenin Türklere teklif bile edemeyeceği bir anayasa neden Kürtlere Kürtler tarafından dayatılıyor?”
Söz konusu örgüt anayasası, PKK tarafından Kürtlere dayatılmaktadır. Bir komünist diktatörlük anayasasının bizim canımız ve parçamız olan Kürt halkına KCK yoluyla dayatılacak olması, aslında Güneydoğu’ya ve sonrasında Ortadoğu’ya yönelik nasıl bir plan yapılmakta olduğunu da gözler önüne sermektedir. Bunu daha iyi anlayabilmek için KCK’nın neyi hedeflediğini daha yakından görmekte fayda vardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder