16 Ekim 2015 Cuma

Asırlık hedef:

Ortadoğu'yu bölme ihtirası

Osmanlı henüz yıkılmadan Sykes-Picot gibi anlaşmalarla üzerinde planlar kurulan Ortadoğu’nun parçalanma ve güçsüzleşme planları, yıllar boyunca belki de üzerinde en fazla konuşulan, istihbarat teşkilatlarının en fazla kafa yordukları konuların başındaydı. Devlet başkanları stratejilerini buna göre belirler, ülkeler tutumlarını buna göre şekillendirirlerdi. Çünkü yukarıda tarif ettiğimiz Evanjelik inanca göre Hz. İsa (as)’ın çıkışının habercisi olarak kabul edilen Armageddon Savaşı bu topraklar üzerinde gerçekleşecekti. Bunun altyapısı hazırlanmalı ve bu önemli zuhur için ortam buna göre yönlendirilmeliydi.
Evanjeliklerin Amerika’daki siyasi kolunu temsil eden “Yeni Muhafazakarlar”ın (Neocon) bir kısmı, söz konusu Ortadoğu planlarının en büyük şekillendiricisidirler. Takip ettikleri bu politika, kimi zaman yönlendirici olmakta, fakat kimi zaman uluslararası hukuku hiçe sayacak şekle bürünmekte, kimi zaman ise Amerika’nın temel dış politikası ile bile tezat teşkil etmektedir. Buna verilebilecek belki de en etkili örnek Irak Savaşı'dır.
Amerikan başkanlarından Ronald Reagan, Yeni Muhafazakarların bir temsilcisidir ve yaşamı boyunca kıyameti göreceğine inanmıştır. Anti füze savunma sistemine olan ilgisinin de yine kıyamet inancı ile ilgili olduğunu iddia etmiştir. Çünkü Eski Ahit’te geçen Ezekiel 38 ve 39. pasajlara göre kıyamet koptukğu sırada Megiddo Ovası'nda nükleer bir savaş olacaktır. Şiddetli yağmurlarla birlikte kükürt kaynayacak, dağlar düşecek, depremler gerçekleşecektir. Evanjelikler, bunun gerçekleşmesi için bir nükleer patlamanın olması gerektiğine inanmaktadırlar. Dolayısıyla ortamı buna hazırlamak gerektiğini düşünmüşlerdir. Reagan işte bu amaçla Ortadoğu politikasını şekillendirmiş, hatta Libya’nın bombalanmasının gerekliliğini Eski Ahit’ten sözler göstererek açıklamıştır. Buna göre Libya, ahir zamanda İsrailoğulları’na ihanet edecek ülkelerden biridir.  Bu nedenle Reagan, Libya’yı peşinen cezalandırmıştır.
Yine Yeni Muhafazakarların temsilcilerinden ABD başkanı George W. Bush da, aynı şekilde kendisinin Allah tarafından görevlendirildiği inancındadır. Nitekim Irak Savaşı sırasında Allah’tan vahiy aldığını iddia etmiş ve kutsal savaş (holy war), şer ekseni (evil axis), haçlı seferleri (crusades), sağduyu (gut instinct) gibi terimleri sıkça kullanmıştır. Bir nükleer füze bahanesiyle girilen Irak yerle bir edilmiş, sadece Iraklılar değil Amerikalılar da çok ciddi kayıplar vermiş ve herhangi bir nükleer bulguya rastlanmaksızın ülke terk edilmiştir. Genel olarak bütün dünyada başarısız olmuş bir Irak Savaşı portresi çizilmiştir. Oysa Evanjelik inancın gerekleri tam olarak yapılmış ve bu uğurda aslında kendilerince oldukça başarılı bir operasyon gerçekleştirilmiştir. Tam olması gerektiği gibi Irak parçalara ayrılmış, bir Kürt özerk bölgesi kurulmuş, Saddam gibi bir diktatörün tekelindeki güçlü ülke tümüyle istikrarsız ve terörle iç içe bir cephe halini almıştır.
Bush, Irak saldırısını Tevrat’ta geçen şu sözlere dayandırmıştır:
RAB diyor ki: “İşte Babil'e ve Lev-Kamay'da yaşayanlara karşı yok edici bir rüzgar çıkaracağım. Tahıl savuranları göndereceğim Babil'e, onu savurup ayıklasınlar, ülkesini boşaltsınlar diye. Yıkım günü her yandan saldıracaklar ona. Okçu yayını germesin, zırhını kuşanmasın. Onun gençlerini esirgemeyin! Ordusunu tümüyle yok edin. Kildan ülkesinde ölüler, Babil sokaklarında yaralılar serilecek yere. (Yeremya, 51:1-4)
Tevrat’taki bu ifadeler birer kehanet olarak görüldüğünden, dünyanın süper gücü ABD’nin liderliğini eline almış bir Evanjelik olan Bush tarafından uygulamaya konmuştur. Gerçekleşen bu savaş sırasında ortaya çıkan manzaranın tam olarak Evanjeliklerin hedeflerine işaret etmesi, onlar için kıyamete bir adım daha yaklaşmak anlamına gelmektedir. Nitekim, aynı dönemde Irak Kürt bölgesinde, baba Mustafa Barzani’nin vermiş olduğu “Kürt özerk bölgesinin kurulması halinde ABD’nin 51. Eyaleti olmaya hazır olacağız” sözü bugün büyük ölçüde gerçekleşmiş bulunmaktadır.

Sadece Irak değil, Suriye, Lübnan, Yemen, Libya, hatta Mısır'ın bile bu hale gelmesini tetikleyen unsur, gerekçesiz başlatılan
Irak Savaşı'dır. Ortadoğu hiç yoktan bir kan denizine dönüştürülmüş, şiddet sürekli tahrik edilmiştir.

1- MISIR 2- YEMEN 3- LÜBNAN 4- LİBYA 5- SURİYE
Bütün bu olaylar aslında bir bakıma geleceğe de yatırım şeklinde geliştirilmiş ve Irak’ın bu istikrarsız ortamı, pek çok radikal grubun şekillenip güçlenmesine önayak olmuştur. El Kaide en fazla saldırıyı Irak’a yöneltirken, şu an tüm dünyanın hiçbir şekilde çözüm bulamadığı IŞİD Irak’ta doğmuştur. Dolayısıyla şu an sadece Irak değil, Suriye, Lübnan, Yemen, Libya, hatta Mısır’ın bile bu hale gelmesini tetikleyen unsur, gerekçesiz başlatılan Irak Savaşıdır. Planlandığı gibi bölgeye istikrarsızlık, terör ve bölünme tam anlamıyla gelmiştir.
Plan dahilinde Ortadoğu’da güçlü ve istikrarlı bir Müslüman ülke bırakmamak vardır. Ortadoğu, mümkün olduğunca güçsüz, iradesiz, amaçsız ve kişiliksiz uydu birimler şeklinde küçük parçalara bölünmeli ve bu şekilde rahat ve kolay kontrol edilebilir hale gelmelidir. Kontrol edilemediği ya da bir anlaşmazlık olduğu takdirde ise basit bir askeri müdahale ile kolaylıkla yok edilebilir nitelikte olmalıdır. Körfez ülkeleri, Amerika’nın denetiminde olduğu ve Armageddon’un beklendiği Kutsal Toprakların dışında kaldığı için bu kapsama girmemektedirler. Planın Irak, Suriye ve Mısır kısmı ise şu ana dek (kendilerince) başarıyla tamamlanmıştır. Geriye kalan iki ülke vardır: Türkiye ve İran. Bu iki ülkenin bölünüp istikrarsızlaşması ise, kurulacak bir büyük Kürdistan ile mümkün olacaktır. Ortadoğu’ya dikkatli bakın; tüm planlar bu doğrultudadır.
ABD ve Avrupa basınında, Türkiye’nin, Suudi Arabistan’ın, Irak’ın, İran’ın, Suriye’nin, Libya’nın, Lübnan’ın, Yemen’in çeşitli şekillerde bölünmüş haritalarının sıklıkla yayınlanmasının en önemli amacı dünya kamuoyuna bölünmeleri siyasi bir gereklilik gibi göstererek bunun bilinçaltı zeminini oluşturmaktır. Kazananı olmayan savaşlar bölgeyi istikrarsızlığa sürüklerken, silah endüstrisi de sürekli olarak canlı tutulmakta, stoktaki satılmayan silahlar eritilirken, yeni üretim için de müthiş bir sermaye sağlanmaktadır. Ani krizlerden gelir elde eden bankacılık sektörü de Ortadoğu’daki karışık yapıdan faydalanmaktadır. Dünya Merkez Bankası, bu şekilde ciddi bir finans kaynağına sahip olmaktadır.

Ortadoğu halkının dramı rastgele oluşmamıştır. Ortadoğu için yüz yıl önce derin güçler tarafından tasarlanmış olan harita
ve ortam, bugün fiili olarak uygulamaya konmuştur.
Bütün bu gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde, Ortadoğu’daki manzaranın hiç de rastgele oluşmadığı görülebilmektedir. Yüz yıl önce tasarlanmış harita ve ortam, bugün fiili olarak uygulamaya konmuş gibi görünmektedir. Kuşkusuz kabahatin belki de en büyük kısmı, bu planlara alt yapı oluşturmuş, bu karışıklığa izin vermiş olan, kendi aralarında ittifak edemedikleri gibi ihtilafı marifet sayan bir kısım Müslümanlardır. Bu konuya da ilerleyen satırlarda değinilecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder